Haluk Alan
İnternet bağımlılığının sadece gençlerle sınırlı tutulması yanlış olur. Bir çok yetişkin için de yine aynı şekilde yalnızlığa çare olarak görülen internet dünyası bir çok evlilikte sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır. Gece geç vakitlere kadar uykusuz kalınıyor olması hem ertesi gün işle ilgili hem de aile içi iletişim sorunlarına yol açmaktadır.
Aile içi iletişime en büyük engel bir zamanlar televizyonlardı, şimdilerde buna bir de internet ilave oldu. İnternete ulaşabilmek artık çok daha kolay. Bir firma 8.000 küsür yerde kolaylıkla ulaşılabiliyor olduklarını büyük reklamlarla duyuruyor. Teknolojik gelişmeler bağlamında ele alındığında elbette güzel bir sonuç, ancak kontrolsüz güç nasıl bir güç değilse kontrolsüz internette bir felakettir. Bazı danışanlar, “İnternet olduktan sonra bana bir şey lazım değil…” diyecek kadar bağımlılıklarını tescilliyorlar. Ders çalışma programı hazırladığımız bir çok öğrenci adeta yalvarırcasına “hiç değilse yarımsaat bile olsa facebook’a gireyim…” diye nasıl diretiyorlar şaşırıp kalırsınız. Burada tabiî ki bağımlılığın psikososyal boyutuna da değinmek gerekiyor. Toplumun giderek insanı yalnızlaştırması, yeterli ve nedensiz sevgiye olan açlığın doğurduğu kaygı, bağımlılık yapıcı nesnelere karşı ilgiyi arttırmakta ve bunu bir baş etme yöntemi gibi kullanmalarına neden olmaktadır. Düşünülmesi gereken asıl nokta; acaba bağımlılık niçin oluştu?. Hangi eksiklik, ya da eksiklikler bu bağımlılıkla doldurulmakta? Bazı çalışmalar (Griffiths), yoğun internet kullanım amaçlarından birinin kişinin yaşamındaki bazı yetersizliklerin telafisi yönünde olduğunu ortaya koymuştur. Çevreleriyle sürekli ve nitelikli ilişki kurmakta zaten zorlanan bu kişilerin yetişme ortamlarını sorgulamadan direkt olarak yargılamalarda bulunmak doğru bir davranış değildir. Aile içindeki iletişime yanaşmayan çocuğun interneti tercihinde anne ve babanın rolü nedir ? düşünmek gerek. İnternete bağımlı olmak bir çok psikososyal sorunu ya başlatıyor ya da var olanların katlanmasına yol açıyor. Temel anlamda gözle görülür bir sorunun yaşanmadığı ailelerde aile içindeki kopukluğun başlangıcının internete dayandığını görmek çoğu kez bizi şaşırtmıyor.
Yaşamı genelde bedava yaşadığımızı düşünürüm. Bilinçlilik çoğu zaman dikkate aldığımız bir değer olamıyor, maalesef... Plan ve program çerçevesinde yüceltilen bir yaşamın daha değerli olduğunu her zaman söyleriz. Ama aynı şekilde çok zikrettiğimiz bir söylem daha vardır; hiç zamanım yok!. Oysa verimli zaman geçirmek için sayısal bağlamda bir zaman değil de eskilerin deyimiyle işin keyfiyeti önemlidir. İçeriği doldurulmamış zamanın kime ne yararı olabilir? Önemli olan, sahip olunan yani içinde bulunulan zamanın ne şekilde değerlendirildiğidir. Ailelerin yapmaları gereken en önemli başlangıç, aile olduklarının bilinci içinde hareket ederek, birlikte zaman geçirmeye yönelik bir gayretin içinde olmaktır. Daha sonraki adımda bu zaman dilimini nasıl verimli geçirebilirizin detaylarına girilebilir. Aile içi iletişimde öncelik, konuşma ve nasihatte bulunmak değil aksine dinlemek olmalıdır. Verimli dinlemek konuşmaktan evladır. Yapılan her davranış ve yaşanılan her sürecin aile değerlerine yararlı olmasını sağlamak temel gereklilik olmalıdır. Bu durum bilinçliliği gerektirir. Öncelik NE sorusunda olmalı, sonra NİÇİN’e geçilmelidir. Genel olarak yaşamda, NE yapıyoruz? Bunu NİÇİN yapıyoruz ve SONUÇ NE? bunları görmeden yaşama devam etmek enerjiyi boşa harcamaktan başka bir şey değildir. Zamanın verimli kullanılmasına yönelik ileri zamanlarda yazılarımız olacak. Şimdi sadece konu başlıkları olarak vermekle yetinmiş olayım.
İnterneti engellemek sorunu çözmez. Yasakçı zihniyet hiçbir zaman gerçek hedefe ulaşmamıştır. Bir zaman dilimi içinde ve belli bir süreliğine işe yarar gibi görünebilir ama uzun vadede sonuç getirici değildir. Yasaklamaktan çok, işlevi üzerinde konuşmak getiri ve götürüyü tartışmak daha doğru bir davranıştır. Kişilerin teknolojik gelişmeleri takip etmek, arkadaşlarıyla belli sınırlar dahilinde yazışmak ve konuşmak isteğini yasaklamaktan çok o süreçteki yararlılığı ve doğru davranış modelini tartışmak daha uygundur. Pragmatik bir yaklaşım gibi görünse de asıl amacın süreci “değerlendirmek” olduğu açıktır.