Türkiye, bir felâketler ülkesi oldu. Gün geçmiyor ki, yeni bir felâketle karşılaşmayalım. En başta orman yangınları tüm hızıyla devam ediyor. Marmaris'ten Adana'ya kadar tüm kıyı şeridindeki ormanlar cayır cayır yanıyor. Günlerdir halkın da etkin katılımıyla söndürme çalışmaları sürüyor. Tüm çabalara karşın yine de söndürülebilmiş değil.
Yalnız ormanlar yanmadı, orada barınan, yaşamasını sürdüren kurtlar, kuşlar, börtü böcek, kaplumbağalar... da yandı. Yangından tümüyle zarar gören köyler de var; hayvanlarını kaybettiler, kurtaramadılar. Yatacak yerleri, yiyecekleri, geçim araçları da yok oldu. O çığlıkları, haykırışları duyduğunuz, gördüğünüz zaman insanın yüreği sızlıyor, ne yapacağını bilememenin çaresizliğini yaşıyorsunuz. Ege Bölgesi'nden Akdeniz kıyı şeridine kadar koca bir alan alevlere yenik düştü.
Kolay yetişmeyen ormanlar korunamadı, çok korunaksız kaldı. Önceki yıllarda da oluyordu orman yangınları ama bu derece insanları korkutmamıştı. Şimdi çok geniş bir alan toptan içindeki canlılarla birlikte yangına teslim oldu. Bir haber bülteninde geyiğin acı sesler çıkarışı yürekleri dağlıyor; ateşlerin içinden kurtulan köpeğin şaşkınlığını ve çaresizliğini ekrandan izliyoruz. Sürüp giden yangına bakmaya yüreklerimiz elvermiyor. Bu arada kaplumbağaları kurtaran yangın kurtarma ekibinin fedakârlığını da görüyoruz. Doğa salt insanlara ait değil, tüm canlıların da yaşam alanıdır. Bunu bilince çıkartamadığımız sürece daha çok acılarla karşılaşacağız gibime geliyor.
Yalnız ormanlar değil, su kaynaklarımız da tehlikenin eşiğinde. İç Anadolu'da bir gölün kuruması sonucu flamingolar topluca ölüyor. Su kaynaklarımızı da plansız, programsız hiç tükenmeyecekmiş gibi hor kullandık. Bu plansızlık sonucu Burdur Gölü'nün suyu azalıyor, Salda Gölü'nün suyu 50 metre kadar çekilmiş diyorlar. Bütün bunlar felâketin büyüklüğünün boyutunu ortaya koyuyor. Gölleri besleyen derelerin, çayların önüne göletler yaparak tam bir plansızlık ve hesapsızlık örneği veriyoruz. Doğa elden gitti mi tarımın da bundan fayda sağlamayacağı bilinmelidir.
Ormanlar, göller ve nehirlerin dışında Marmara Denizi de kirlendi. Deniz salyaları kıyılara vurmaya başladı. Bunun sorumluluğu da insanların bencilliği. Tüm kirli atıkları Marmara Denizi'ne doldurduk. Kirlenen deniz bu salyaları dışarı attı. Deniz canlılarının da yaşama olanağı kalmadı. Bu kirli ortamda deniz canlıları nasıl yaşayacak? Fabrikaların kirli atıklarının denize akmasına göz yumduk veya işimize öyle geldi. Böyle giderse gelecek kuşaklara temiz bir şey bırakmayacağız herhalde.
Yine nehirlerimizi kirlettik, yer altı sularımızı tükettik, kendi elimizle iklim krizi yarattık. Nitekim bunun sonucunda kuraklık yaşanır hâle geldi. Yer altı sularının çekilmesiyle İç Anadolu'da yer yer obruklar ( derin çukurlar ) oluştu. Bunlar doğanın bize uyarıları; dengeyi bozmayın, çevreniz yaşanmaz hâle gelebilir diyerek, “ dikkat! “ işareti yapıyor. Doğanın bize ihtiyacı yok; tam tersine bizim doğaya, doğadaki tüm canlıların denge içinde yaşamaya ihtiyacı var. Suların kirlenmesi meyveler ve sebzeler üzerinde hastalık derecesinde etkiler yapıyor. Kirliliğin etkileri yediğimiz sebze ve meyvelere de geçiyordur herhalde. Hastalıkların çoğalmasının nedenlerinden biri de bunlar olabilir.
Bağımsız, demokratik kuruluşlarımızdan olan Çevre Mühendisleri Odası yöneticileri sürekli bilimsel uyarılarda bulunuyor. Çevreyi talan etmenin, doğayı katletmenin sakıncalarını basın ve diğer iletişim araçlarından duyuruyor. Akciğerlerimiz olan ormanların, kıyıların talan ve yağmadan korunmasını öneriyor. Bu önerilere kulak verilseydi, salt kâr hesaplarıyla hareket edilmeseydi tahribat bu kadar büyük olmayabilirdi. Bu hesapsızlıklar, bu plansızlıklar orman yangınları, sel felâketleri karşısında çaresiz kalmamıza neden oldu. Daha iyi bir çevre, daha iyi bir yaşam, daha gürbüz ormanlar istiyorsak, bilim insanlarının uyarılarına kulak vereceğiz.
Akciğerlerimiz olan ormanlar temiz su ve temiz hava kaynaklarımızdır. İklim dengesi de ormanlar sayesinde gerçekleşir. Ormanların yok olması kurak iklimlere götürür bizi. Orman yangınları, sel felâketleri, deniz kirlenmesi, su kaynaklarının tükenmesi, kuraklık gibi durumlar duyarlılığımızı azaltmasın. İstersek daha güzel, daha iyi yaşanacak ortamlar hazırlanabilir. Orman yangınlarında acılarımız katlanarak arttı. Yangında canını, malını kaybedenler karşısında acılarımız tanımlanamaz. Yalnız insanlar ve çevre değil diğer orman canlılarının cayır cayır yanışı da üzüntümüzü çoğalttı. Toplum olarak bu günlerde acımız daha da büyüdü...
Yazınızın konusu içinde yaşadığımız çevre felaketini ekolojik yıkımı çok güzel anlatmış.Malesef hüzün ve acı verici bir gerçekle karşı karşıya geldik.Teşekkürler hocam